2 Aralık 2010 Perşembe

Aşık Veysel Şatıroğlu

Kasım buluşmamızda söz verdiğimiz gibi, büyük ozan Aşık Veysel'i şiirleri ve Türküleriyle hep beraber andık. Büyükelçimiz Sn Hulusi Kılıç ve eşi de bu pazar bize eşlik etti. Fotoğraflar 28.11.2010 başlığı altında. Aşık Veysel'in hayatını anlatan belgesel tadındaki sunum, içimizi burkmakla kalmadı, hüzünle yaşama sevinci, iyimserlikle umutsuzluğun iç içe olduğu Aşık Veysel şiirlerine daha derinden bakmamızı sağladı.



  Ben giderim adım kalır
  Dostlar beni hatırlasın
  Düğün olur bayram gelir
  Dostlar beni hatırlasın

  Can bedenden ayrılacak
  Tütmez baca yanmaz ocak
  Selam olsun kucak kucak
  Dostlar beni hatırlasın

  Gün ikindi akşam olur
  Gör ki başa neler gelir
  Veysel gider adı kalır
  Dostlar beni hatırlasın
_________________________
  Genç yaşımda felek vurdu başıma
  Aldırdım elimden iki gözümü
  Yeni değmiş idim yedi yaşıma
  Kayıb ettim baharımı yazımı

  Bağlandım köşede kaldım bir zaman
  Nice kimselere dedim el' aman
  On onbeş yaşıma girince hemen
  Yavaş yavaş düzen ettim sazımı

  Üçyüzonda gelmiş idim cihana
  Dünyaya bakmadım ben kana kana
  Kader böyle imiş, çiçek bahana
  Levh-i kalem kara yazmlş yazımı

  Geçirdim ömrümü hevayl heves
  Derdim bir kimseye değildir kıyas
  Her zaman, her vakit kalbimde bu yas
  Çarh-ı devran güldürmedi yüzümü

  Bir vefasız zallm yâre bağlandlm
  Tarih üçyüzotuzbeş te evlendim
  Sekiz sene bir arada eğlendim
  Zalim kâfir yetim kodu kuzumu

  Ele geniş, bana dünya dar oldu
  Tahammülsüz gönlüm bi karar oldu
  Günüm zindan, gecelerim zâr oldu
  Kader ile bölemedim kozumu.

  Veysel der dünyaya ben niye geldim
  Her zaman ağladım, ne zaman güldüm
  Gönlüme teselli kendimde buldum
  Sabır ile teskin ettim özümü.
_________________________________

Aşık Veysel, hayatını anlattığı şiirinde “Üç yüz onda gelmiş idim cihana” diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas’a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyü’nde dünyaya gelmiş. Anası Gülizar, bir yaz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel’i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar Ana. Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet; bebenin adını Veysel koymuş. Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas’ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, “çiçeğin beyi” çıkmış kendi deyimiyle… Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var.” demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel’in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönuverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece. Veysel’in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler Veysel’in kötü kaderine.

Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. Sivas’ın köyleri saz şairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş çalıp söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıhlı Ali Ağa’dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Ünlü Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman. Yirmi beş yaşındayken (1919) anası, babası Veysel’i Esma adında bir kızla evermişler ve kısa süre sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan. (1921) Acı üstüne acı gelmiş, ama bitmemiş talihin kötü oyunu. İkinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karısı yanaşmalarıyla evden kaçmış.



Bu olay çok koymuş Veysel’e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karısı koyup gittiğinde bir kızı varmış Veysel’in. Daha bir yaşını bile bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel, ne çare o da yaşamamış. Bu sıralar Veysel’i yeniden evermişler. Bu karısı çocuk vermiş Aşığa. Biri ölmuş, iki oğlan, dört kız, altısı sağ. Onlar da 18 torun vermiş Veysel’e.


Aşık Veysel, Cumhuriyet’in onuncu yıl dönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda şairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel’i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel’in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel; şairliğinin gelişmesinde Tecer’in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her zaman. Veysel’in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Paşa için söylediği: “Türkiye’nin ihyası Hazreti Gazi” mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan sonra bütün yazdıklarını çalıp söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır. Halk ozanlarından en çok Karacaoğlan’ı, Yunus’u, Emrah’ı, Dertli’yi severdi. Çağımızın ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer’in ayrı bir yeri vardı Veysel’de. Onun aracılığıyla Köy Enstitülerinde bir süre saz öğretmenliği de yapmıştı Veysel. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli, Akpınar Köy Enstitüleri’nde bulunmuştu. 1952 yılında İstanbul’da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel’e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştı.

Veysel’in bir başka özelliği daha vardı; köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan’da ilk meyve bahçesini o yetiştirmişti. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlü türlü meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri “Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?” demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa, “O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz.” diyerek Aşık Veysel’i kutlamışlar. İşte böylesine uzağı gören bir insandı o… Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı. (Ölümü 21 Mart 1973) Fakat karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle… Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarım yüzyılı aşkın bir süre yazdıklarıyla, çalıp söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı. Sanırım şimdi de mezarında son uykusunu ışıklar içinde uyuyordur. Yalnız çağımızda yaşayanlar değil, bizden çok sonra yaşayacaklar da “Dostlar Beni Hatırlasın” şiirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklardır.

Doldurulmaz yerin senin
Dostlar seni unutur mu?
Hiç sönmezdi nurun senin
Dostlar seni unutur mu?

Tertemiz bir özün vardı
Apaydınlık yüzün vardı
Söylenecek sözün vardı
Dostlar seni unutur mu?

Şiirde sağlam temeldin
İnsanlıkta en güzeldin
Biz bir ÜMİT sen VEYSEL’DİN
Dostlar seni unutur mu?
              Ümit Yaşar Oğuzcan

8 Kasım 2010 Pazartesi

GENCE NOTLARI

Eminim ki birkaçımız haricinde hepimizin hayali bir gün Türkiye’ye dönüp yerleşik hayata geçmek. Kimimiz için uzak, kimimiz için yakın bir hayal. Döndükten sonra, iş yerinde , televizyonda ya da bir arkadaş sohbetinde Azerbaycan'la ilgili bir şey duyar gibi olduğumuzda algılarımız seçici hale gelecek. O ana kadar izlemediğimiz programdan ya da dinlemediğimiz sohbettden "Azer" kelimesini istemsiz olarak işiteceğiz. Azer, Azeri, Azerbaycan kelimeleri bize hayatımızın bir dönemini ifade edecek. “Vay be” diyeceğiz “bilmem kaç sene Azerbaycan’da yaşadım”. Bu cümleden sonra, karşımızdakinden şöyle bir soru gelecek. Yaa, hangi şehirde? Cevap yine birkaçımız haricinde BAKÜ.
Buralardan gittiğinde “Yau bilmem kaç sene Azerbaycan’da kaldım, Bakü’den başka yeri görmedim.” demek istemeyenler için alternatifsiz seçim Gence. Sadece Azerbaycanın 2. Büyük şehri değil aynı zamanda tarihi bir şehir çünkü.


Genceye Ulaşım.
4 kafadar gece trenle gitmeye karar verdik. Akşan 9’da bindik sabah 8'de Gence’deydik. Daha önce tren yolculuğu yaptıysanız yadırgamayabilirsiniz ama benim gibi daha önce trene hiç binmediyseniz ya da bindiğiniz tek tren Belçika Hollanda arası hızlı trense şok geçirebilirsiniz. Öyle bir lüks beklemeyin. Aralık ayında gittiğimiz için hava soğuktu. Eski rus tipi trenler, eski ve daracık kompartmanlar, Vuuuu vuuu sesleri ve duman. Ortam 2. Dünya savaşını anlatan siyah beyaz bir filmin seti gibi. Ben şoku atlatıp insek mi acaba diye düşünmeye başladığımda tren hareket etmişti bile. Kendi yatağımda bile çoğu zaman uyku tutmaz beni, Allahım bu gece hiç uyumayacağım galiba dedim ama yanılmışım. Tren tıngır mıngır, tıngır mıngır salladıkça öyle bir uyku geliyor ki, bebekleri uyutmak için niye salladıklarını anladım.



Gence’de ulaşım aracı.
Tren istasyonunda indiğinizde 30-40 manat civarında bir ücrete taksilerden biriyle sizi tüm gün gezdirmek üzere anlaşabilirsiniz. Biz öyle yaptık.



Gezilecek görülecek
Taksi şöförü bizi önce kahvaltı yapmak üzere salaş kahvehane havasında bir yere götürdü. Ambiyans beş üstünden bir yıldız aldı ama kaymak, bal ve azeri usul demleme çay enfesti.

Şeyh Abbas Camii, tarihi yerlerden

Kime ait olduğunu şu an hatırlayamadığım bir de türbe var tarihi mekanlar arasında. Eğer Konya veya Aksaray civarında bulunduysanız çok tanıdık gelecek, konsept aynı: Çin malı tesbih, cevşen ve dua kitaplarının satıldığı bir tezgah, etrafta irili ufaklı mezar taşları, türbe içinde üstü halı ve kumaşlarla kaplı kocaman bir mezar, etrafında dönerek ellerini açmış dua edenler, konuşmalar fısır fısır, ufak renkli pencereden sızan loş ışık ve tozlu halı kokusu. Türbede yatanların ruhuna birer Fatiha okuduktan sonra vakit kaybetmeden Nizami Anıtı'na doğru yola çıktık.


Yolda Azerbaycanın en büyük fabrikası olduğu söylenen Azeraliminyum fabrikası'nı görebilirsiniz.

Nizami Anıtı'nda bizi rehber bir Hanım karşıladı. Hanım Teyze hangi dilde anladığımızı sordu. Türkçe, İngilizce, Rusça, hangi dilde arzu edilirse Nizami Gencevi’nin hayatı ve eserleri hakkında aruz vezninde bilgi veriyor. "Mefâ'ilün, mefâ'ilün, fa'ûlün Leyla ile Mecnun mesnevisi, gazeller dökülüyor ağzından.

Hüsnün gözəl ayətləri, ey sevgili canan!
Olmuş bütün aləmdə sənin şəninə şayan
.
Kəl eylə inayət, mənə ver busə ləbindən,
Çünki gözəlin busəsidir aşiqə ehsan.
.
Sordum ki, "könül hardadır" aldım bu cavabı.
"Heç sorma, tapılmaz onu axtarsa da insan".
 .
Rəhm eylə, deyib, sel kimi göz yaşımı tökdüm
Kim, qanım ilə əl yuma, ey afəti-dövran!

 .
İnsafın əgər varsa, açıq de, bu Nizami,
Sənlə necə rəftar eləsin, ey mahi-taban?

.
Kəl söylə, cavabın nə olar, sorğu zamanı,
Əhvalımı səndən soruşarsa Qızıl Arslan?

Nizami Gencevi
 Ansiklopedik bilgi: Nizâmî-i Gencevî (ölm.1025) Selçuklular devrinde İran'ın en büyük şairi imiş. 5 Adet mesnevinin birleşmesine "hamse" adı veriliyormuş ve Nizami ilk kez beş mesnevî yazarak bir Hamse ortaya çıkarmış. Mesnevileri İran ve Türk şairlerince örnek alınmış.

    

Nizami'nin eserlerinden sahneleri resmeden  heykeller

Neredeyse tüm hamse’yi okutturarak bayağı bir yorduğumuz Rehber Hanım’a teşekkür ederek ayrıldık anıttan. Öğlen yemeği için aşağıdaki gibi bir yerin tavsiyesini almıştık ancak taksi şöförü işgal altındaki bölgenin sınırını geçme ile ilgili problem olabileceğini söyleyerek gitmememizi önerdi. (bkz yukarıdaki harita) Onun sözünü dinleyerek yine onun götürdüğü dağlık bir piknik alanına geldik.



  
              

İşletme sahibinin köpeği üstümüze atlayarak karşıladı bizi. Taze kebapları mideye indirdik, köpekcik de sevgi gösterisinin karşılığını aldı tabiki. Mis gibi dağ havasını içimize çektik ve sonra yeniden düştük yollara. Aşağıdaki fotoğraf dönüş yolundan. Karnımız tok olduğu için sadece fotoğrafını çekmekle yetindik ama arzu eden Gence’de Hollanda temalı bu restoranda yemek yiyebilir. İleride imkanım olursa ben de Roterdam’da Gence temalı bir restoran açmayı planlıyorum. Azeri -Türk yemeklerinin yapıldığı, Gence kalesinden esinlenerek restore edilmiş fonda Nizami şiirleri okunan bir restoran Hollandalılara ilginç gelebilir.

             

Ve Gence Kalesi.

             

Şehrin ortasında pek bir özelliği olmayan büyükçe bir park var. Arzu eden öğlen yemeğinin üzerine çayını bu parkta keyifle içebilir.



Gence Belediye Binası

             


Gence’de göreceğiniz ilginç yapılardan biri de şişe ev.  Sorduk soruşturduk, tarihinin çok eski olmadığını söylediler. Eğer sadece kendi tükettiği şişeleri kullandıysa muhtemelen karaciğer problemleri yaşayan ev sahibi, evinin dış cephesini şişelerle kaplamış. Çatının sundurma kısmına da çok güzel yağlı boya portreler kondurmuş. Dünyada başka örneklerine raslayabileceğiniz bu süslü ev renklilik kazandırmış şehre. O yüzden Gence'ye kadar gitmişken görmeden dönmemek lazım.
Şişe Ev
 Aralık ayında giderseniz, ağaç dallarından sarkan hurmaları da görebilirsiniz. Biz gittiğimizde ilkokul çocuklarının çizdiği elma ağacı resimleri gibi dallarda yaprak yoktu, sadece tombul tombul hurmalar vardı.

             
                                 


Genceden gelirem yüküm hurmadır
Gencenin yolları burma burmadır
Gencede bir gözel var teli turnadır
Güneşe sen çıkma men çıkım deyir


Dönüşte otobüsle dönmeye karar vermiştik ama fiyat çok farklı olmadığı için taksi ile döndük. Saat 5 gibi yukardaki şarkıyı söyleye söyleye ayrıldık Gence’den, cebimde de dalından kopardığım bir tane hurma vardı şarkıyı doğrulayan.

                 

Kevser DURU GÖLALMIŞ 
Aralık 2008.