4 Nisan 2011 Pazartesi

20.02.2011

Şubat Kahvaltımızda Yener Bey'in Köy Enstitüleri sunumu vardı. Zengin fotoğraf arşivi ile görsel bir şölene dönüşen sunum akıllarda ve gönüllerde iz bıraktı. Kaçıranların yoğun talebi üzerine önümüzdeki kahvaltılardan birinde sunum tekrarlanacak. Sunum hakkında ayrıntılı bilgiyi ozaman yayınlayacağım. Şimdilik fotoğrafları paylaşıyorum.

















Günün afacanı

25 Ocak 2011 Salı

16.01.2011

Ocak 2011 buluşmamız aşağıdaki fotoğraflardan da anlaşıldığı gibi dolu dolu geçti. Her saniyesinde güldük eğlendik ve de bilgilendik.

Herkesin elinde birlikte poz verdiği ODTÜ amblemlerini merak ediyorsanız cevabı, aşağıdaki başlıkta.

Üzeyir Hacıbeyov sunuşu için İbramim Mammadli arkadaşımıza teşekkür ediyoruz. Sunuşu kaçıranlar için bilgiler "Üzeyir Hacıbeyov" başlığı altında. Sonuna kadar mutlaka okuyun!!!

2011 YÖNETİM KURULU Belirlendi.
YÖNETİM KURULU 
sayfasındaki mail adreslerine her türlü görüş, öneri ve yorumlarınızı gönderebilirsiniz.








Böyle Olur ODTÜlü'nün Kurabiyesi

İnci Orfanlı Erol Ocak 2011 buluşması için süpriz yapıp ODTÜ amblemi şeklinde kurabiyeler hazırlamış. Kurabiyeler katılan herkes tarafından büyük ilgi gördü ve çok beğenildi. Ben bir tanesini işyerindeki panoma asmıştım ama daha sonra dayanamayarak onu da yedim. Anlaşılacağı üzere şekilsel güzelliğinin yanında tadı da çok güzeldi.




ODTÜlü olan var olmayan var, ben başka şekillerde kurabiye isterim derseniz  http://cookiezela.blogspot.com/
adresine bir göz atın. İsterseniz cookiezela@gmail.com  adresinden sipariş de verebiliyorsunuz.
Benim favorim aşağıdaki bebek kurabiyesi. Şirinliğe bakın, battaniyenizi yesinler.



24 Ocak 2011 Pazartesi

ÜZEYİR HACIBEYOV

Üzeyir Hacıbeyov 1875-1948
ÜZEYİR HACIBEYOV KİMDİR?

Çok büyük bir azerbaycan sanatçısıdır. Azerbaycan milli marşını besteleyen ünlü müzisyendir. Sovyet egemeliğinde başlayan ruslaştırma döneminden önce adının, Üzeyir Hacıbeyli, Üzeyir Hacıbeyzade ve de Üzeyir Hacıbeyoğlu olarak söylenip yazıldığı olmuş, Sovyet döneminde ise , Üzeyir Hacıbeyov olmuş.

Üzeyir Hacıbeyov’un sahnelediği “Leyla ile Mecnun operası” doğu ülkelerinde bestelenen ilk opera olarak tarihe geçmiştir. Müzikleri bazen ağır folklorik ezgiler içerse de dönemin şartlarına göre oldukça özgün ve çoksesli motifler içerir. Bestelerine kendisi de söz yazdıgından özellikle Fuzili’den yararlandığı bölümler oldukça etkileyicidir. Meşhur Köroğlu operasının premiyerinde, rivayet edildiğine göre, herkes Hacıbeyov'u kutlayıp 'böyle bir opera daha yazmalısın!' diye memnuniyetlerini belli ederken Stalin gür bir sesle hayır! diye seslenmis, kısa bir sessizlikten ve Stalin'in beğenmedigi korkusundan sonra, 'hayir, değil bir, en az elli opera daha yazmalısın bunun gibi' diye memnuniyetini dile getirdigi söylenir. Ayrica Ezginin Günlügünden dinledigimiz meshur "Gülçehre" parcası “Arşın Mal Alan” adlı operada geçmektedir ve yorum Ezginin Günlüğü’nün yorumu ile aynıdır, tek farkla bu opera 1913 yılında bestelenmistir. Bu arada Arşın Mal Alan Operası da görücü usulu ile evlenmeye karşı olan bir eserdir ki o dönemde gençlerimizi kötü yola saptırıyor gerekçesi ile epey eleştirilmiştir. (Kaynak ekşi sözlük)


Hacıbeyov'un birçok ünlü eserinin, uluslar arası sahnelerde gösterildiğini hatta "Arşın Mal Alan" Oyunu’nun 1959'dan beri Çin'de sahne Aldığını biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız aşağıdaki gazete haberine bir göz atın

http://www.sondakika.com/haber-azeri-besteci-uzeyir-hacibeyov-un-arsin-mal-alan-2370065

Üzeyir Hacıbeyov çoğumuzun anonim olarak bildiği, Türkiye'de Milliyetçi Hareket Partisi tarafından benimsenen ve Ermenilerce de sahiplenilmeye çalışılan “Çırpınırdı Karadeniz” şarkısının da bestecisidir. Bu şarkının sözleri ise yine bir Azerbaycan şairi olan ve Azerbaycan Milli marşını da yazan Ahmet Cevat'a aittir.

ÇIRPINIRDI KARADENİZ
Sözleri 15 Kasım 1914 senesinde Osmanlının 1. Cihan savaşına iştirakini büyük bir heyecanla izleyen Azerbaycan‘ın milli şairi Ahmet Cevat tarafından yazılmıştır.
1918 yılının başlarında ünlü Azerbeycan bestecisi ve fikir adamı Üzeyir Hacıbeyov tarafından, Nuri Paşa komutasındaki Türk Ordu’sunun Azerbaycan Türklerini soykırımdan kurtarmak amacıyla Azerbaycan’a gönderilmesi nedeniyle bestelenmiştir.
Eser şiir şeklinde ilk kez 1919 senesinde Ahmet Cevat‘ın ikinci şiir kitabı “Dalğa” da çıkmıştır.
Şiirin el yazmasını Ahmet Cevat Bolşevikler tarafından hapse atıldığı zaman, şairin birçok diğer eserlerin el yazmaları ile birlikte el konulduğu ve yakıldığı tahmin edilmektedir.
Eserin Üzeyir beyin el yazısıyla yazılmış notası da bulunmamaktadır.
“Çırpınırdı Karadeniz” in notasının 1918 senesinde dahi bestecinin evi Ermeniler tarafından yakıldığı zaman veya Azerbaycan halk cumhuriyeti kurulduktan sonra Hacıbeyov İran’a zorunlu muhaciret ettiği dönemde kaybolduğu düşünülmektedir. (Kaynak; Üzeyir Hacıbeyli Ev müzesi arşivi)
Hazırda kullanılan nota 1990 senesinde İTÜ Profösörü Süleyman ŞENER tarafından Üzeyir Hacıbeyov'un ev müzesine takdim edilmiştir.
“Çırpınırdı Karadeniz” eseri 1920 senesinden sonra Azerbaycan’da ilk kez 10 Mart 1992 senesinde Ahmet Cevat’ın Cumhuriyet sarayında düzenlenen yüz yıllık jubile gecesinde seslenmiştir.
(Kaynak;Üzeyir Hacıbeyli ansiklopedisi Bakü 1996)

WIKIPEDIA’DA ÜZEYİR HACIBEYOV
Azeri besteci, bilim adamı, yazar, tercüman, orkestra şefi olarak tanılan Üzeyir bey bütün doğu aleminde opera´nın ilk yaradıcısıdır. Büyük muzik alimi olan Üzeyir Hacıbeyli, Azerbaycan’da muzikbiliminin esasını koymuştur.
SSCB halk sanatçısı(1938),
Azerbaycan İlimler Akademisinin akademisyeni (1945),
Profesör (1940),
Stalin mükafatları sahibi (1941, 1946),
Azerbaycan Bestekarlar İttifakının başkanı (1938-1948),
Azerbaycan Devlet Konservatuvarının rektörü (1928-1929; 1939-1948),
Azerbaycan İlimler Akademisinin İncesanat Enstitüsünün müdürü (1945-1948) olmuştur


Şuşa kazasının Ağcabedi köyünde döğdu, küçük yaşlarında ailesi Şuşa şehrine göçtü ve ilk tahsilini burada Rus-Tatar okulunda aldı. İlk müzik eğitimini Azerbaycan halk müziğinin bilicisi olan dayısı A. Aliverdibeyov'dan aldı. 1899-1904 yıllarında Gori Öğretmen Lisesi'ne okurken keman ve teori dersleri aldı. Lisesi'ni bitirdikten sonra kısa bir süre Hadrud köyünde (1904), daha sonra ise Bakü'ye göçerek burada öğretmenlik yaptı, gazete ve dergilerde makaleler ve karikatürler yayınladı.

12 Ocak, 1908 yılında Bakü'de Hacı Zeynelabidin Tağıyevin tiyatro binasında sözlerini büyük şair Füzuli´nin aynı ad altında yazmış olduğu eserinden alınan ve doğuda ilk opera olan Leyla ve Mecnun operasını sahneledi. Daha sonra
"Şeyh Sinan" (1909),
"Rüstem İle Zöhreb" (1910),
"Şah Abbas ve Hurşid Banu" (1912),
"Kerem ile Aslı" (1912),
"Harun ve Leyla" (1915) adlı operalarını ve
"Karı ile Koca" (1909, 1910'da sahnelendi,
"O Olmazsa Bu Olsun"
"Meşhedi İbad" (1910, 1911'da sahnelendi) ve
"Arşın Mal Alan" (1913) adlı müzikli komedileri besteledi.
"Köroğlu" operasını 1937 yılında besteledi

1911 yılında müzik eğitimini önce Moskova'da ve daha sonra St. Petersburg Konservatuvarında sürdürdü.
1921'de Bakü'de Azerbaycanlı oğrenciler için ilk müzik okulu olan Azerbaycan Devlet Türk Müzik Okulunu kurdu. Okul 1926 yılında Azerbaycan Devlet Konservatuvarına katıldı. Hacıbeyov'un Azeri halk müziğinin esasları ile ilgili eserleri okullarda ders kitapları olarak okutulmaktadır.

Doğduğu 18 Eylül Azerbaycan'da Müzik Günü'dür.

HACIBEYOV ANITI
Ben görmedim ama yolu Sumgait şehrine düşenler Üzeyir Hacıbeyov caddesinde inşa edilen Üzeryir Hacıbeyov’un abidesini görmüşlerdir.


Anıtın bulunduğu meydanın eni 23 metre, uzunluğu ise 61 metredir. Sumgait şehirinin baş ressamı Vakıf Nezirov’un imzasının bulunduğu Ü. Hacıbeyov’un heykelin yüksekliği 12 metre, taban boyu 7,5 x 7,5 metrelik siyah granitle kaplanmıştır. Heykel etrafında Azerbaycan milli musiki aletlerinin tasviri de yapılmıştır.

Bestecinin eserlerini satın almak, opera metinlerini okumak veya daha fazla bilgi edinmek için
http://www.hajibeyov.com/

2 Aralık 2010 Perşembe

Aşık Veysel Şatıroğlu

Kasım buluşmamızda söz verdiğimiz gibi, büyük ozan Aşık Veysel'i şiirleri ve Türküleriyle hep beraber andık. Büyükelçimiz Sn Hulusi Kılıç ve eşi de bu pazar bize eşlik etti. Fotoğraflar 28.11.2010 başlığı altında. Aşık Veysel'in hayatını anlatan belgesel tadındaki sunum, içimizi burkmakla kalmadı, hüzünle yaşama sevinci, iyimserlikle umutsuzluğun iç içe olduğu Aşık Veysel şiirlerine daha derinden bakmamızı sağladı.



  Ben giderim adım kalır
  Dostlar beni hatırlasın
  Düğün olur bayram gelir
  Dostlar beni hatırlasın

  Can bedenden ayrılacak
  Tütmez baca yanmaz ocak
  Selam olsun kucak kucak
  Dostlar beni hatırlasın

  Gün ikindi akşam olur
  Gör ki başa neler gelir
  Veysel gider adı kalır
  Dostlar beni hatırlasın
_________________________
  Genç yaşımda felek vurdu başıma
  Aldırdım elimden iki gözümü
  Yeni değmiş idim yedi yaşıma
  Kayıb ettim baharımı yazımı

  Bağlandım köşede kaldım bir zaman
  Nice kimselere dedim el' aman
  On onbeş yaşıma girince hemen
  Yavaş yavaş düzen ettim sazımı

  Üçyüzonda gelmiş idim cihana
  Dünyaya bakmadım ben kana kana
  Kader böyle imiş, çiçek bahana
  Levh-i kalem kara yazmlş yazımı

  Geçirdim ömrümü hevayl heves
  Derdim bir kimseye değildir kıyas
  Her zaman, her vakit kalbimde bu yas
  Çarh-ı devran güldürmedi yüzümü

  Bir vefasız zallm yâre bağlandlm
  Tarih üçyüzotuzbeş te evlendim
  Sekiz sene bir arada eğlendim
  Zalim kâfir yetim kodu kuzumu

  Ele geniş, bana dünya dar oldu
  Tahammülsüz gönlüm bi karar oldu
  Günüm zindan, gecelerim zâr oldu
  Kader ile bölemedim kozumu.

  Veysel der dünyaya ben niye geldim
  Her zaman ağladım, ne zaman güldüm
  Gönlüme teselli kendimde buldum
  Sabır ile teskin ettim özümü.
_________________________________

Aşık Veysel, hayatını anlattığı şiirinde “Üç yüz onda gelmiş idim cihana” diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas’a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyü’nde dünyaya gelmiş. Anası Gülizar, bir yaz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel’i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar Ana. Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet; bebenin adını Veysel koymuş. Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas’ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, “çiçeğin beyi” çıkmış kendi deyimiyle… Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var.” demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel’in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönuverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece. Veysel’in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler Veysel’in kötü kaderine.

Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. Sivas’ın köyleri saz şairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş çalıp söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıhlı Ali Ağa’dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Ünlü Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman. Yirmi beş yaşındayken (1919) anası, babası Veysel’i Esma adında bir kızla evermişler ve kısa süre sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan. (1921) Acı üstüne acı gelmiş, ama bitmemiş talihin kötü oyunu. İkinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karısı yanaşmalarıyla evden kaçmış.



Bu olay çok koymuş Veysel’e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karısı koyup gittiğinde bir kızı varmış Veysel’in. Daha bir yaşını bile bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel, ne çare o da yaşamamış. Bu sıralar Veysel’i yeniden evermişler. Bu karısı çocuk vermiş Aşığa. Biri ölmuş, iki oğlan, dört kız, altısı sağ. Onlar da 18 torun vermiş Veysel’e.


Aşık Veysel, Cumhuriyet’in onuncu yıl dönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda şairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel’i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel’in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel; şairliğinin gelişmesinde Tecer’in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her zaman. Veysel’in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Paşa için söylediği: “Türkiye’nin ihyası Hazreti Gazi” mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan sonra bütün yazdıklarını çalıp söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır. Halk ozanlarından en çok Karacaoğlan’ı, Yunus’u, Emrah’ı, Dertli’yi severdi. Çağımızın ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer’in ayrı bir yeri vardı Veysel’de. Onun aracılığıyla Köy Enstitülerinde bir süre saz öğretmenliği de yapmıştı Veysel. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli, Akpınar Köy Enstitüleri’nde bulunmuştu. 1952 yılında İstanbul’da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel’e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştı.

Veysel’in bir başka özelliği daha vardı; köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan’da ilk meyve bahçesini o yetiştirmişti. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlü türlü meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri “Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?” demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa, “O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz.” diyerek Aşık Veysel’i kutlamışlar. İşte böylesine uzağı gören bir insandı o… Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı. (Ölümü 21 Mart 1973) Fakat karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle… Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarım yüzyılı aşkın bir süre yazdıklarıyla, çalıp söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı. Sanırım şimdi de mezarında son uykusunu ışıklar içinde uyuyordur. Yalnız çağımızda yaşayanlar değil, bizden çok sonra yaşayacaklar da “Dostlar Beni Hatırlasın” şiirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklardır.

Doldurulmaz yerin senin
Dostlar seni unutur mu?
Hiç sönmezdi nurun senin
Dostlar seni unutur mu?

Tertemiz bir özün vardı
Apaydınlık yüzün vardı
Söylenecek sözün vardı
Dostlar seni unutur mu?

Şiirde sağlam temeldin
İnsanlıkta en güzeldin
Biz bir ÜMİT sen VEYSEL’DİN
Dostlar seni unutur mu?
              Ümit Yaşar Oğuzcan